17 Mayıs 2018 Perşembe

2018 İznik Ultra Maratonu Gönüllüsü


İznik Ultra Maratonunda Neden Gönüllü Oldum?

İznik (U)ltra (M)aratonu organizasyonunda, 2017'de, Orhangazi UM 90K Parkuru'nu koşmuştum. Raporu burada olan bu koşudan birçok konuda deneyim kazandım diyebilirim. Yağışlı, soğuk bir havada, gündüz + gece koşup, zor anlar geçirerek, verilen 16 saatlik sürenin dolmasına 1 buçuk dakika kala Finish'e ulaşmayı başarmış, sabah 09:00'da başlayan bu koşunun son 1/3lük kısmını karanlıkta geçmiş ve çevreyi görememiştim. Göremediğim bu kısmın manzaralarının ve patikalarının daha güzel olduğu hissi uyanmıştı bende. 2018'de 50K'lık parkurda koşup buraları gündüz geçerek görmeliyim diye düşünmüştüm.


Nisan 2018'de ilgilendiğim 2 koşu vardı. İstanbul YM ve İznik UM. Uzun süredir Yarı Maraton koşmamıştım ve bu mesafedeki süremi denemek istiyordum. İstanbul YM'nun, Tahtalı Run To Sky’dan 6 hafta önce olması ve mesafenin kısa olması, İstanbul YM'nun (raporu burada) koşu takvimimde kalmasını sağladı.


2017 Aladağlar Sky Trail'den sonra, yönümü Sky Running'e çevirmiştim. 2018 Tahtalı Run To Sky koşusunu hedefleyerek, Kasım 2017'den itibaren sıkı bir şekilde hazırlanmaya başladım. İznik UM'nun ise Tahtalı RTS'dan sadece 4 hafta önce olması, mesafenin orta/uzun olması ve koşunun hakkını verebilmem için taper dönemine girmem gerekliliği, Tahtalı'nın hazırlıklarını aksatacağı için İznik UM'nu koşu takviminden çıkartmama neden oldu. Bir iki sene içerisinde biraz daha güçlenince, bu şekilde vazgeçişler göstermeyeceğimi umuyorum.


Koşamasam da 5 nedenden ötürü güçlü bir şekilde İznik UM atmosferinde bulunmak istiyordum.

* Hafta sonu şehirden doğaya kaçış,

* (kolaycılık olacak biraz  ) Koşanlar kadar yorulmadan, bir UM atmosferini yaşamak,

* Dostlarla görüşüp, bir arada olmak, sosyal medya aracılığı ile konuştuğum arkadaşlarla tanışmak,

* İznik UM gibi büyük bir organizasyonun nasıl hazırlandığını görmek,

* Koşmasam da koşana, koşturana destek olarak bu spora sahip çıkmak, zira sadece bu spor değil, futbol dışındaki tüm sporlara ilgi o kadar az ki :(


Sadede geleyim, yukarıdaki 5 nedenden dolayı Şubat 2018'de http://www.iznikultra.com/ sayfasındaki gönüllü olun linkine tıkladım.

İstanbul’dan İznik’e ulaşım ve İznik’te Konaklama

Bir MCR Racesetter organizasyonu olan "Geyik koşuları"nda, Şubat 2017'de gönüllü olmuştum. Ekip hakkında ve yapılan işler hakkında az çok bilgim vardı. CP'lerden birinde görev almayı istiyordum ama herhangi bir işin ucundan tutsam da olurdu. İznik UM'na 1 hafta kala, "cumartesi sabah 07:00 ile pazar akşam 17:00 arası görev alabileceğimi ilettim.


İznik'e İstanbul'dan Kamil Koç Turizm'in seferleri var. Belki gününde bulamam diye bir kaç gün önceden Cuma günü için 16:45 Dudullu'dan hareket ile İstanbul-İznik tek yön biletimi 45 TL'ye aldım. Dönüş bileti almadım, çünkü kafamda belli belirsiz bir plan vardı. Bursa'ya bu kadar yakın iken, pazartesi günü de tatil iken, pazar günü öğleden sonra Uludağ'a çıkıp Çobankaya'da 1 gece kamp yapıp, pazartesi sabah, Çobankaya - Bakacak - Keşiştepe/Küçük Zirve - Çobankaya rotasında kar üzerinde koşmak istiyordum. Kararımı son ana saklamıştım.


İznik'te bulunacağım süre boyunca konaklama konusu için İznik Ultra'nın FB sayfasından yapılan bir duyuruya kulak verdim. Gölün kenarında bulunan "Gün Batımı Plaj ve Çay Bahçesi işletmesinin kamp hizmeti vardı. Gecelik 1 çadır için 25 TL. İşletmeci Bekir Uslu'ya 0532 794 46 55 nolu telefondan rezervasyon yaptırdım.

Artık 20 Nisan Cuma gününün gelmesini beklemekten başka yapacak birşey kalmamıştı. Peşembe günü akşamdan kamp yükümü hazırladım.

Görev öncesi İznik'te

Cuma günü 16:45'te otobüse bindim. 23 Nisan ile birlikte 3 güne çıkan haftasonu nedeniyle trafik biraz yoğundu. Yarım saatlik gecikme ile, 19:15'te İznik Otogarı'na vardık. Kamp yüküyle hızlı bir yürüme ile 10 dakikada "Gün Batımı Plaj ve Çay Bahçesi işletmesinin kamp alanına" vardım. Kamp alanı sahilde, 6 metrelik kumsal şeridinin gerisinde, 5 metrelik bir çim alan şeridinden oluşuyordu. Mini bir büfesi, kapalı ve açık alanlı bir cafe ve pek te temiz olmayan bir tuvaleti vardı. Kamp ücretini peşin verip yarım saatte çadırı kurup organize olarak Kayıkhane'deki gönüllüler toplantısına yetiştim.

Gönüllüler toplantısından payıma düşen; "Derbent yol ayrımında, koşucuları patikaya sokmak" idi. Cumartesi sabah 11'de yola çıkacaktık. Yaşasın erken kalkmayacaktım  -Bu arada ekip üyelerine birer adet tişört hediye edildi-

Toplantı sonrası yemekti, İznik'i gezmekti derken 140K koşucularının start alacağı saat olan, gece yarısı 00:00 geldi çattı. Heyecan ile start noktasında, 140K startını izledikten sonra çadırıma gidip yattım. Çadırımı ilk kez kullanıyordum. Aliexpressten 94$a aldım. Şansıma gümrüğe takılmadan extra masraf çıkmadan direkt adresime geldi. NatureHike marka, Cloude Up 2 model çadır, hafif ama beyan edildiği 2 kişiye yetmeyecek bir çadır. Tek kişilik kamplar için 3 mevsim ideal bir çadır.

Cumartesi sabah uyanıp, kafamı çadırdan çıkarıp gölle karşılaşınca, ne kadar güzel bir yerde kamp kurmuş olduğumu gördüm. Kamp ocağını kullanma konusunda üşengeç olmama rağmen, çarşıya gidip kahvaltılık pişirebilecek birşeyler aldım. (Yoo ne aldığımı ne yazarım ne de yemek resmi paylaşırım. Bu konuyu görgüsüzlük ve ayıp sayarım. Yiyen var, yiyemeyen var.) Göl kenarında kumsalda bulunan banklardan birinde kahvaltımı yapıp kayıkhaneye doğru düştüm yola.

Görev başlıyor

Kayıkhaneye biraz erken vardım. Derbente doğru yola çıkmayı bekledim. Belediyenin zabıta araçlarını organizasyonun hizmetine vermesi güzeldi. İznik UM, İznik Kaymakamlığı ve Belediyesi tarafından desteklenmeli ve destekleniyor da. Ortada karşılıklı bir fayda var.

Derbente gidecek ekip ve ekipman hazır olduktan sonra yola koyulduk. Derbente varır varmaz CP’yi (Check Point / Kontrol-ikmal noktası) kurmaya başladık. Ben CP kurulduktan sonra yol ayrımına bırakılacaktım. Derbent son CP olduğundan dolayı tüm parkurların koşucuları buradan geçecekti. Aynı zamanda 15K koşusu da bu noktadan/köyden başlayacaktı.

Derbent CP için flamaları yerleştirdik. RF-ID'ler için halıları serdik, Köyün kültür merkezinden masalar taşıyıp üzerlerine koşucuların ikramlarını yerleştirdik. Tabi bu ikramlara orada start bekleyen 15K cılar yanaştı ama onları nazik tatlı bir dille püskürttük  (Benim görüşüm; Bu gibi istasyonlar hazırlanırken seperatörler yardımı ile CP'nin çevreden izole edilmesidir. Neticede 30K, 50K, 90K ve özellikle 140K koşucuları için sağlanan imkanların daha koşuya bile başlamamış olan 15Kcılar tarafından kullanılmasının önüne geçilmelidir.) Çorbaların pişirilmesi sırasında büyük tencereye 5 litre su döktük. Hazır çorba paketlerinin herbiri için 1 litre su. 5 litre su döktüğümüz tencereye 3 paket mantar çorbası ekledik. 2 paket daha eklemek gerekiyordu ama diğer mantar çorbaları bulunamadı. Ben başka çorbalar karıştırıp özgün tatlar elde edelim desem de  gönüllü arkadaşlardan birinin ısrarlı aramaları sonuç verdi ve diğer mantar çorbalarını buldu. Eker Ayran CPde stant açıp koşuculara bulgur pilavı ve ayran ikramında bulunacaktı. "Ayran, 200mt sonra" yazan bir tabela hazırlamışlardı. CP sorumlusu Ahmet Korkmaz, tabelayı bana verip koşucuların geldiği yönde uygun bir yere koymamı söyledi. Ben de saatimden GPS modunu açıp. 270mt ileride bir direğe astım tabelayı. Neden 70 metre uzağa astığımı biraz düşünün  az sonra buna cevap vereceğim.

Görev yeri: Derbent Yol Ayrımı

CP'de işlerin tamamlanmasından sonra 2 öğün yetecek kadar yiyecek ve içecek verildi. Kendi kuruyemişim ve tabi ki ceplerimi dolduran çekirdeklerim de vardı. Bu halde organizasyondan Tatiana beni görev yapacağım yol ayrımına bıraktı. Bırakırken de görevimi söyledi. "Asfaltın aşağısından gelen koşucuları bu noktada sağdaki patikaya yönlendir. Daha kısa olan asfalttan devam etmelerini önle. Yine de asfalttan devam etmek isteyen olursa engel olma, diskalifiye edilmek üzere Göğüs Numaralarını alırsın." dedi ve Derbent'e geri döndü.

Böylece görev yerinde tek kaldım. Genç meşe ağaçlarının oluşturduğu ormanda, çeşit çeşit kuş sesleriyle birlikte, Nisan ayı olmasına rağmen sıcak güneşin altında beklemeye başladım, sıcak çok önemli değildi çünkü sadece asfalt güneş görüyordu. Ormanın içindeydim ve istediğim zaman -işimi aksatmadan- gölgeye geçebiliyordum. Karşımda bir tepe vardı, koşucular oradan aşağıya asfalta iniyorlar, devamında da benim bulunduğum noktaya çıkıyorlardı. Önce 30K ve 50K'cılar gelmeye başladılar. Gelenlere patikayı gösterip kolay gelsin diyordum. Rutin bir işti, ama en önemli şey koşanlara gülümsüyordum  Buna ihtiyaç duyduklarını biliyorum.

Kemal Kukul

Derken aşağıdan gelenlerden biri dikkatimi çekti. "Patikaların Efendisi" desem  ki gayet doğru bir ifade olur. Kemal Kukul. Kemal abiyle 2017 Aladağlar Sky Trail'de tanıştım. 2016'da yarım saat fark yediği İran'lı Davud'a -benim de katılıp 11:55 ile Finisher olduğum - 2017'de, müthiş bir başarıyla yarım saat fark atmıştı. Burada benim için önemli olan şey şuydu: "Kemal abi benden 5 yaş büyük ve o yaşta -ki o zaman 52 yaşındaydı- 7 buçuk saat olan parkur süresini 6buçuk saate çekebiliyorsa, ben de gayret etmem şartıyla parkur sürelerimi kısaltabilirdim. Yani öyle 50 yaşıma geldim, yaşlandım, cart curt edip, benden bi cacık olmaz demek yok. Azimle çalışmaya devam 

Kemal abinin bende ne ifade ettiğini sanırım anlatabildim. Şimdi asfalta dönelim. İznik UM'nun en uzun parkuru olan 140K parkurunun ilk koşucusu Kemal Kukul yanımdan geçerken selam verdim, patikayı gösterdim. Yüzünde acı bir ifade vardı. Benim olduğum noktaya gelene kadar yaklaşık 120km koşmuştu. Geçerken bana Derbent CP’yle aradaki mesafeyi sordu. 2-3 km olduğunu, daha net bir mesafe veremeyeceğimi/bilmediğimi söyledim. İfadesi biraz kızgınlığa dönüştü ve patikaya girip gitti. Söyleyememiştim mesafeyi. Bilmiyordum ve işimi eksik yapmıştım. İçimden, kendime ve beni oraya gönderenlere kızdım. Benim de organizasyonun da bu konuyu bilmesi gerekiyordu. Koşucular organizasyondan olsun/olmasın gördükleri herkese kalan mesafeyi sormaya meyillidirler. Hemen Derbent CP'dekilere whatsapp grubundan mesajla sordum. Ama cevap gelene kadar, kolunda GPSli saat olan 30K koşucularından birinden, koştuğu mesafeyi söylemesini rica ettim. 30K parkurunun net mesafesi ve Derbent – İznik Finishi arasındaki mesafeleri kullanarak, bulunduğum noktayla Derbent CP arasında 2700metre mesafe olduğunu hesapladım. Artık biliyordum ama maalesef giden gitmişti. (Sonradan FB’ta Kemal abiyle bu konuyu konuştuğumda, o anda 'ağrı'sı olduğunu söyledi)

Fırça faslı

Bulunduğum nokta ile CP arasındaki mesafeyi de öğrendikten sonra, işler biraz daha keyifli hale gelmeye başladı. Geçen koşuculara en sevimli halimle selam verip, Derbent CP’ye kalan mesafeyi de söylerek, patikayı gösterip kolaylıklar diliyordum. Arada çok kötü durumda görünenlere koşunun nasıl gittiğini soruyordum. Akşamki brifingte de söylendiği gibi sorularımı evet/hayır cevabı alacak şekilde değil, çok kısa konuşturacak şekilde soruyordum ki karşımdakinin durumunu anlayabileyim.

Derken, yine akşamki birifingte Yarış Direktörü sevgili Caner Odabaşoğlu’nun belirttiği Koşucu'dan Fırça Yeme olayı gerçekleşti “Bazı koşucular, yanınızdan 190 bpm nabızla geçerken; size, kuşlara, güneşe, havaya taşa vs.. herhangi birşeye kızabilirler. Bu çok doğal bir durum, çok ileri gidip küfür etmedikleri sürece hoş karşılayın” demişti. Vallahi çok doğru demiş. Durumunu iyi görmediğim bir 50K koşucusuna işlerin nasıl gittiğini sordum. Sormamla ağzımın payını almam bir oldu. “Nasıl gidiyor ne demek, iyi mi gitmeli, kaç kilometredir koşuyorum, sana göre hava hoş, geçmişsin gölgeye, kolaysa gel koş, anlarsın nasıl gittiğini” Hmm bu kadar kelimeyi sıraladığına göre koşucumuzun durumu iyi demek ki İlk fırçayı yedim ama önemli değil. Işler yolunda.

Sonra ikinci fırça geldi. Asfaltın aşağısından gelenlerden biri, Derbent CP’ye ne kadar kaldığını sordu. 2700 metre vardı. Ama ben herkese 2buçuk km diyordum (200 metresi benden olsun
) . Bu son soran 2buçuk km'yi duyunca “benim bir şey bilmediğimi, Derbent’e 1 km kaldığını, benim ne iş yaptığımı” söyledi. 1km değil 2buçuk km kaldığını, kendisini onaylamam durumunda son birbuçuk km’de kulaklarımı çınlatacağını söylememe rağmen, benim bir işe yaramadığımı (ki Finishe kadar olan 17küsur km koşabilmesi için nasıl bir işe yarayabileceğimi hala anlayabilmiş değilim ) Derbent’e 1km kaldığını söyleye söyleye gitti, Ben de arkasından iki kere kolaylıklar dileyerek patikayı gösterdim. (Bu gibi şeylerin olabileceğini öngördüğüm için, 'Ayrana 200 metre' yazan tabelayı 270 metreye asmıştım  )

Sonra üçüncü fırça geldi. Yine asfaltın aşağısından gelenlerden birine selam verdim, koşusunun nasıl gittiğini sorup, Derbent CP’ye 2buçuk km kaldığını söylüyordum ki, bana kızarak, Derbent'in neden bir türlü gelmediğini sordu. Derbent'in gelmeyeceğini, kendisinin Derbent'e ulaşması gerektiğini, moralini bozmamasını, Derbent'in onu beklediğini söyledim. O yine bana kızarak “Derbent'in kendisinden uzaklaştığını, bir türlü gelmediğini” yineledi.
Eyvah eyvah durum biraz vahimdi ama idare ederdi sanırım. Kolay gelsin diyerek Patika'yı gösterdim.

Dördüncü bir fırça daha yedim ama onun konusunu tam hatırlamıyorum
Bu arada 4 fırçayı da erkeklerden yedim. Kadın koşucular erkek koşuculara göre daha dayanıklı sanırım. Zira 30K, 50K, 90K ve 140K koşucularının hepsi için şunu diyebilirim. Başta koşanlar daha olumlu, sonlarda koşanlar daha olumsuz davranışlar içerisinde olabiliyorlar. Bu olumsuz davranışları gösteren kişiler, daha antrenmansız, hedefsiz, dayanıksız kitle içinden çıkıyor.


Koşucuların geldiği yön; karşımdaki tepenin çimleri üzerinde, aşağıya, asfalta koşuyorlar, sonra asfalttan yukarıya yaklaşık 150 metre bana kadar çıkıp Patika'ya giriyorlardı. Kendim de koşan biri olarak, onca kişinin önümden koşup geçmesine, daha fazla sabit durmaya, dayanamadım  Biraz hareket etmeliydim. Patikanın başında sabit durup yönlendirme yapmaktan vazgeçip, mobil hale geldim  Asfaltta 150 metre kadar aşağı inip sonra patika başlangıcına geri dönecek şekilde, çok düşük tempolu mekik koşular yapmaya başladım. Bu, koşucularla diyaloğa girmeme, onların daha fazla soru sorabilmelerine imkan sağladı.

Akşama doğru

Koşu iyi gidiyordu, önümden ülkenin en iyi patika koşucuları geçti gitti, hepsi kendinden gayet emin, güleryüzlü, kendileri onlarca kilometre koşmuşken, bana “kolay gelsin” diyorlardı 
 Organizasyondan arkadaşlar arasıra gelip durum soruyorlardı, Saatler ilerliyor yavaş yavaş akşam oluyordu. Önümden geçen koşucu yoğunluğu azalmaya başlamıştı, bazen 6 – 7 dakika boyunca kimse geçmiyordu. Ben de orman içinde asfaltta tek başına türkü söylüyordum  Türküler söylenmeli, Türküler güzeldir. Ormandaki kuşlarla karşılıklı şakıyorduk.

Hava karardıktan sonra, sanırım son koşucular 22:30 ile 23:00 arası geçeceklerdi. Belki 20 dakika boyunca kimseyi göremeyecektim. Ormanın karanlığında tek başına nasıl hissedeceğimi bilmiyor, merak ediyordum. Bunları düşünürken aracıyla Tatiana geldi, yanında Ali Mert te vardı. Benim CP'ye geri dönebileceğimi, Ali Mert'in devam edeceğini söyledi. Ben Ali Mert'le kalmak istedim. -unutmadan, Ali Mert 15K parkurunda koşmuş genel klasmanda 3. olmuştu- Akşam saat 22:00'ye kadar yol ayrımında kaldık. Artık geçen kişi sayısı çok azalmıştı. Bir ara kimse gelmeyince karşı tepeye çıktık. Tepenin üstü Yayla idi. Manzara mükemmeldi ve ortam kekik kokuyordu. Benim için en güzel koşu, kar üzerinde olanı. Alternatifi ise kekik kokan patikalardır.

İnsan olmak

Akşam saat 22.00 gibi, organizasyonun aracı ile Derbent CP'ye geri döndük. CP'nin gerisinde çok az koşucu kalmıştı. Onlar da yavaş yavaş gelmeye başladılar. Bu son gelenlerin içinden -tanımam etmem- birinin davranışları dikkatimi çekti. İstasyondaki gönüllülere emir verir tarzda konuşuyordu. Hani organizatör olsam bu kişilik(siz)lerin kaydını tutup, sonraki senelerde parkurlarımdan uzak tutardım. Ayıptır. Gönüllü denilen insanlar para karşılığı çalışmıyor. Adı üstünde : G..Ö..N..Ü..L..L..Ü.. Koşucu olmak ayrı, insan olabilmek ayrı. Neyse tadımızı bozmayalım. Son koşucuları da CP'den gönderdikten sonra, işimiz bitti. CP'nin toparlanmasına başlandı.

Dönüş

CP'de işi biten birkaç kişi ile İznik'e getirildik. Artık İznik UM bitmişti. Dönüş için kararımı vermiştim, Pazar günü ödül törenini seyrettikten sonra, İstanbul'a değil, Uludağ'a geçecektim, Çobankaya'da 1 gece kamp yapıp, Pazartesi karlar üstünde Küçük Zirve -Keşiştepe- koşusu yapacaktım. Onun da raporu burada olacak.

8 Nisan 2018 Pazar

2018 İstanbul YM

2018 İstanbul Yarı Maratonu:
En iyi yarı maraton süremi, 1 saat 56 dakikadan 1:45'e çekmek ve bitirenler içinde ilk %33'te yer almak için bu sabah koştuğum 21K Yol'un süresi (net) 1 saat 40 dakika 26 saniye oldu.
Bir yandan da Sky Run için -olmazsa olmaz- olan irtifa kazanma antrenmanlarının Yol'a etkisini görmek için koşmuştum. Sonuca bakılırsa oldukça olumlu etkisi olmuş. 1:45'i hedefleyip te 1saat 40 dakika ile koşuyu bitirmek ilk bakışta iyi gibi görünüyor.
Ama bende öyle olmadı. Bu koşuyu kendim için hedef yarış seçmediğimden dolayı ne kadar sürede koşabileceğime dair bir ölçüm/hesaplama yapmamıştım. 1:45'i zihnimde tasarlamıştım. Koşuya başlayınca tasarladığım pace'yi (5 dk/km) bir kenara bırakıp, bacaklarımın gidişine göre yeni bir pace (4:40 dk/km) belirleyerek 1 saat 40 dakikanın altında koşuyu bitmek istedim ve şartlandım. Ama yeterli olmadı. 26 saniye ile 1:40 hedefine Yenildim  Ne diyelim, en azından başlangıçtaki hedef süremi sağladım.
Koşu boyunca Polar M400 saatimi, hızımı kontrol altında tutmak için etkin bir şekilde kullandım. Yapılan işin, an be an ölçülmesi motivasyon için olumlu oluyor. Sürenin, mesafenin, nabzın, (patikalarda irtifa kazancının) takip edilmesini herkese öneririm.
Bu arada maksimum nabız değerim bugün ilk kez 200 bpm oldu. İnsanlarda maksimum nabız değeri öngörülürken, (başka formüller de var olmak üzere) en basit şekliyle, "220-Yaş" dikkate alınır. Ben 48 yaşındayım. Bu hesaba göre benim maksimum nabız 220-48=172 olmalı. Ama değil. benim, 200 bpm.
Bakalım kriz ne zaman gelecek 
Bu koşu sırasında 10km ve 15km için de PB yaptım 
10km'yi (net) 47:05 ile, 15km'yi (net) 1:11:08 ile geçtim.
Bugünün bonusu da, daha Bostancı'da metroya biner binmez Vedat ile karşılaştım. Genelde tek katıldığım bu etkinliklerde insanın yanında aynı amacı taşıyan bir arkadaşının olması son derece güzel 

sonuç:
Mesafe, 21.1 km
net süre, 1 saat 40 dakika 26 saniye
2019 için hedef  süre 1:30 ile 1:35 arası

ortalama pace, 4 dakika 42 saniye
ortalama hız, 12,6 km/sa
2019 için hedef pace:4:25

ortalama nabız, 188 bpm
maksimum nabız, 200 bpm
erkek  genel sıralama, 404/1964 (%20)
Erkek 45-49 kategori sıralama, 58/275 (%21)

27 Şubat 2018 Salı

Sakarya Kılıçkaya, Karagöl, Yalova Delmece yaylasi, Çifte Şelale

3 gün 4 mevsim


Doğancıl Köyü, Kılıçkaya'ya gitmek için aracınızı bırakacağınız son köy. Bu köye gelmeden önceki köyün adında da Doğancıl var ama aldanmayın, o köy Eskiciler köyü. Doğancıl köyüne sabah 07:30'da vardık. Ortalarda insan yoktu. Bizi Tobi (benim verdiğim isim) karşıladı. Bir parça börek verince dost olduk Araçta son hazırlıkları yapıp yola çıkmak üzere yaya olarak köye girdik, tabi Tobi de peşimizden. Köy içinde ilerlerken Tobias (yine benim verdiğim isim, önce Kunta Kinte diye sesleniyordum ama Kunta Kinte ismi uzun olunca Tobias demeye başladım) bizi karşıladı. Evinin önünden geçecektik, bölgesini koruma güdüsüyle düşmanca bir tavır içindeydi, Tobi geride kaldı, ama biz yürüyümeye devam edince Tobias yelkenleri suya indirdi. Tobias'ın evini geçince, Tobi ve Tobias bizi takip etmeye başladılar ve biz bir anda bu güzel köpekler tarafından güdülen 4 kişilik bir ekibe dönüştük.

Şunu söyleyebilirim, bu köpeklerin yaşadığı yerleri işaretledim. Eğer Kılıçkaya'da Yangın Gözetleme Kulesi'ne çıkıp köye herhangi bir yoldan (Kayanın önünden arkasından farketmez) dönecekseniz GPS takipli cihazlarınızı kapatın, şarj harcamayın boş yere. Etrafta size zarar verebilecek bir hayvan olur mu endişesi de yaşamayın. O konuları Tobi ve Tobias halledecekler. Yolunuzun üstünde domuz mu var sorun değil Tobi halledecek  Rotadan çıktınızmı Tobias sizi rotaya sokacaktır. Çevrede köyün başka köpekleri rahatsız mı edecek, edemeyecekler  Tobi onu da halledecek. Karşılığında Tobi birşey istemeyecek ama yiyecek verirseniz sizi daha da sevecekler, Yalnız küçük olmasına rağmen Tobias'ın doymayacağına eminim. Kötü muamele etmeden bir parça yiyecek verin ve bu köpeklerin dostluğunu yaşayın. Tobi ve Tobias'a minnetle..

Kılıçkaya ana kütleye arka (kuzey) yüzden çıkmak tırmanış gerektiriyor. Biz zirve olarak Yangın Gözetleme Kulesinin olduğu tepeye çıktık. Ana kütleye çıkmak isterseniz arka yüzden "4 el" tırmanış yapabilirsiniz veya önyüzden (benim tahminim) yürüyecek yol bulabilirsiniz.

Kılıçkaya'dan köye inince toparlanıp araçla Taraklı ilçesine alışveriş yapmak üzere yola çıktık. Taraklı turistik değeri olan, hayatın yavaş aktığı ender yerlerden birisi. Taraklı'ya batı yönünden girerken mutlaka park edin ve bir fotograf çekin. Nerenin fotografı diye sormayın görünce anlayacaksınız. Taraklı'daki alışveriş sonrası (ilçede bakkallar dışında sadece A101 ve BİM var) Karagöl yaylasına hareket ettik. Karagöl'e vardığımızda mevsim yağışlı soğuk bir ilkbahar günüydü sabah uyandığımızda ise kış geri gelmişti. Öğlen İlk bahar geri döndü . Öyle işte, hava zırt pırt değişti 

Zemin, hava ve ayakkabılarımız kar altındaki Karagöl yaylası mendereslerinde yürümek için uygun olmadığından plan değişikliği yaparak toparlanıp Yalova'ya doğru yola çıktık. Hedef Erikli yaylası. Erikli yaylasının neresi olduğu konusunda karar veremeyince Delmece yaylasında kamp atmaya karar verdik, Delmece'ye çıkarken Dipsiz göle uğradık, çifte şelaleleri es geçip ertesi gün dönüşte uğramak için anlaştık.

Delmece Yaylası'na çıkıp hızlıca kampı kurup ateşi yaktık. Yayladaki kardelenler, çiğdem ve çuhalar yaylanın bana sunduğu bonuslar oldu.

Son gün Çifte Şelalelere uğrayıp çevreyi ve şelalelerin üst kısımlarını gezdik.

2017 Aladaglar Sky Trail 45K

2017 Aladaglar Sky Trail 45K “Aladaglar ST”

... DAVLUMBAZ ...

Karagöl CP’den (CP: Check point, kontrol noktası) çıkalı yaklaşık 55 dakika olmuştu ve biz - Adem Tırpancı ile beraber- ancak 800 metre kadar ilerleyebilmiştik. Davlumbaz’ın doğu yüzündeki, dik, ince çarşaklı çıkışta, kilitlenmek üzereydim. Geçidin sağ tarafındaki kaya bloğunun hemen altında, taş düşmelerine karşı, kafamda koruyucu bir kaskın eksikliğini hissediyordum.

Sol ayağım ve sol elimdeki batonla çarşakta tutunmaya çalışırken, sağ ayağım ile kayanın dibindeki çıkıntılara, sağ elimle ise kaya yüzeyi üzerindeki çıkıntılara tutunarak kendimi yukarı çekmeye çalışıyordum.

Adem 2 metre önümdeydi. Kayıp düşerse beni de düşürmemesi için daha fazla yaklaşmıyordum. Bir yandan da taş düşürürse tehlike yaratmaması için aramızın açılmamasına gayret ediyordum. Ne var ki aramız açılıyor ve ben mesafeyi koruyamıyordum. Aslında Adem’e beni beklemesini söylesem, bir koşudan çok, dağcılık disiplini isteyen, parkurun bu bölümünde beni bekleyeceğinden emindim ama ona zaman kaybettirmek istemiyordum.

Hava bulutlanıyor ve hava durumu raporlarında bahsedilen “saat 14:00’de yağmur yağışı var” tahmini gerçekleşecek gibi görünüyordu. Ama yağmamalı idi. Yağarsa, ıslak taşlar, kayalar üzerinde ilerlemem hepten çıkmaza girebilirdi. Zaten kilitlenmek üzereydim. İlerleyebilsem dahi zamanında finishe varamama ihtimali yüksekti.

... "SAHADA ÇALIŞAMAZSIN” ...

2009 yılında, Tuzla Tersanelerinden birinde iş başı yapabilmek için sağlık raporu almam gerekmişti. Doktor, ciğerlerimden dolayı, sahada çalışmama izin veremeyeceğini ancak ofisde çalışabileceğimi belirtmişti. Neyse ki kızak altı ofisinde Planlama Departmanında çalışacağım için işe başlama noktasında sorun çıkmamıştı.

O rapordan ancak 4 yıl sonra, Nisan 2013’te, 43 yaşımda sigarayı bırakabildim. 26 yıl boyunca, günlük ortalama 1buçuk paket içmiştim. Bıraktıktan sonra da outdoor etkinliklere ilgim artmaya başladı. Şehir içinde 30-50km yürüyüşler, arkasından yol koşuları, maratonların gelmesi ve paralelinde yükseklere çıkma isteği.

...YOLLAR ve DAĞLAR...

İlk yol koşum, “İstanbul Maratonu 2014” oldu. 5buçuk saat süre verilmiş ve ben bu süreye şartlanarak 5saat 22dakikada bitirmiştim. Ortalaması çok yavaş bir tempoydu ama olsun. Ben bir maraton bitirmiştim. Ilk maratonumdu ve sonuncu değildi, devamı gelecekti.

İlk yükseğim de yine şehiriçinde, insan yapımı bir bina oldu: Leventteki Saphire’in seyir katı.

Sonrasında “Solo” olarak küçük çaplı zirve faaliyetleri maceralarım başladı. İstanbul Aydos 537mt, Derince Çenedağı 646mt, İzmit Keltepe 1601mt, Fethiye Babadağ 1960mt, Manisa Spil 1500mt, Antalya Beydağları Çamkuyusu Yaylası 1650mt.

💘Şermin ile İzmir Bozdağ 2150mt ve Uludağ küçük zirve 2486mt.

Sonra Erkan ile Uludağ büyük zirve 2543mt, Övünç ve Hakan ile başarılı bir Kaçkar zirve 3937mt ve trans faaliyeti, Övünç ile başarısız bir Erciyes denemesi (sırt hattında Hörgüce kadar gidebildik, “yıkılasın Hörgüç” deyip geri döndük 😣 )

Ilgaz Dağı için araçla, Yukarı Berçin’in 2100metredeki bir yaylasına kadar, Övünç, Hakan ve Gürkan ile gittim. Gece kar yağışına yakalanınca, yaz gelene kadar, aracı dağa rehin bırakmamak için geri döndük. 2014 ve 2015 hızlı ve dolu dolu geçmişti.

2016 Mayısında Erciyes zirvesinde bir kez daha başarısız olunca, zirve faaliyetlerinden biraz soğudum.

Bununla birlikte 2015’te ilk kez koşulan ve zirve geçişleri de içeren “Tahtalı RunToSky 27K - Tahtalı RTS ” ve “Aladaglar Sky Trail 45K - Aladağlar ST ” dikkatimi çekiyordu ama boyumu aşacak koşular olduklarını düşünerek katılmaya cesaret edemiyordum.

Taa ki...

... RUN TO SKY, GÖKYÜZÜNE KOŞ, BULUTLARIN DA MI ÜSTÜNE? EVET BULUTLARIN DA ÜSTÜNE..

Polat Dede’nin yönetiminde Rossist ekibi tarafından düzenlenen Tahtalı Run To Sky’ın 2. sene çağrılarına daha fazla kulak tıkayamadım. 2016’da Antalya, Kemer Çıralı’ya gittim. (iyi ki de gitmişim. O ne güzel bir beldedir öyle  ) Polat Dede yarıştan önceki akşam, brifingde (yarış brifingi ve makarna partisi kavramlarıyla yeni tanışıyordum ) 7saatin 1dakika dahi fazlasında bitirenleri Finisher olarak kabul etmeyeceğini söyleyince, ciddi olarak tedirgin oldum. Açıkçası bitirememe korkusu sarmıştı. Kendimi şartladım, 6saat 47dakika ile bitirdim (hem de trekkingten kalma bir alışkanlık olan, çiçek resmi çekerek 😀 ). Parkur, her sene gel koş diyordu. Yanartaş, uçurumlara paralel orman içi patikalar, sis, orman kuşağının bitimine yakın irtifalarda yüzlerce yaşında ve birkaç metre çapındaki Sedirler, Ardıçlar, 1000 metre aşağıda kalan bulutlar. Evet koşuya plajdan başlarken 1000 metre yukarıda olan bulutların içinden geçmiş 1000 metre aşağıda bırakmıştık) Run To Sky, Gökyüzüne koş, Bulutların da mı üstüne? Evet, Bulutların da üstüne.

...SINIRLARINIZI KENDİNİZ BELİRLEYİN...

Artık dağda koşmanın tadını almıştım. Sky Run’a devam etmeliydim. Fakat yine de 2016’da Aladağlar ST’e katılma cesaretini gösterememiştim. Bitirme oranı çok düşük bir koşu idi ve “yol”da benden çok daha kısa sürede koşanlar dahi Finisher olamayabiliyordu. Iyi bir hazırlıkla belki 2017de katılabilirdim. Face’de “ben bu koşuya katılmak istiyorum” dediğimde, Alp Atay yapabileceğimi, ben ise “haddimi bilirim, ancak boyumun ölçüsünü alır dönerim” demiştim.

Sonunda kararımı verdim. 2017 de “Aladağlar ST’e katılacaktım. Hem koşu, hem zirve. Daha ne olsun. Finisher olamazsam da en azından Emler zirvem olurdu ve 2018 için eksikliklerimi görüp tamamlardım.

Bu arada, Tahtalı RTS’da bitirme sürem olan 6saat 47dakika, kafamı kurcalıyordu. Yol koşularında benimle yakın sürelerde koşan insanlar, burada, benden yarım saat ile 1 saat arası daha kısa sürede koşmuşlardı. Ya koşu karakteristiklerimiz farklıydı, yokuşlarda daha iyiydiler ya da ben patika ve yokuşta kendimi bilmediğim için, sadece bitirme süresine adapte olduğumdan, süremi aşağı çekememiştim. Elbet 2017’de belli olurdu nedeni.

2016 Ekim ayında Kapadokya Trail 60K’ya katıldım, Organizasyonun belirlediği süre olan, 12buçuk saate değil de, kendi belirlediğim 10buçuk saate şartlandım. Sonuç: 10saat 21dakika 😊

2017 İznik Ultra 90K’da (Orhangazi UM) verilen süre 16saat idi, benim hedefim 13buçuk saat idi. Gece koşu tecrübemin olmayışı, kafa feneri ve yağmurluğun önemini o koşuya kadar bilmeyişim, bana çok zor saatler yaşattı. Hipoterminin eşiğine kadar geldim diyebilirim. 7buçuk saatlik kuru koşu üzerine 8buçuk saat boyunca, ıslak bir şekilde, +5derecenin altında bir soğukta, yürüdüm/koştum. Yine de aklımdaki tek konu bitirebilmekti. Sonuç: 16saatin dolmasına 1dakika 39saniye kala Finisher olmuştum. İznik, bende birşeyleri değiştirdi. Kuralları, sınırları, tamamını olmasa da önemli bir bölümünü, fiziki bedenden ziyade zihnin belirlediğini anladım.

Ben, Aladağlar Sky Trail’i bitirebilirdim. Bedenen hazırlanacaktım ama daha çok ta bitireceğime inanmam gerekiyordu. Hem 2017de bitirme süresine yarım saat eklemişlerdi. 12buçuk saat olmuştu. Gerçi bu eklenen yarım saati içime sindiremiyordum. 12saatin üzerinde bitirmek çok sevimsiz görünüyordu. Kendi adıma söylüyorum, “Geçen sene aynı parkurda koşanlara haksızlık olurdu.”

Aladağlar ST 2017 için başvurumu yaptım, Katılım şartlarında yer alan gönüllü olma şartını önceden sağlamıştım, 3000mt üzeri zirve, ultra trail, dağ patika tecrübelerinin, her üçü de mevcuttu. Başvurum kabul edilecekti. Artık hazırlanmam gerekiyordu. Antrenman yoğunluğunu artırmalıydım.

...FARKLI PARKURLAR ve BEN BU İŞİ YAPARIM...

Tahtalı RTS’ya 2017de bir kez daha gidiyordum. Bu sefer farklıydı. Bu sefer derdim tasam, resmi süre olan 7saatte bitirmek değildi. Benim belirlediğim süre olan 6saatte bitirip, katılanların yarısını geçmekti. Koştum. Sonuç : 5saat 52dakika. 93 katılımcı içinde 40. Sıra ile ilk %50 içinde yer aldım. (bu koşu, daha bir yarış havasında oldu, yanından geçtiğim çiçeklere, resimlerini çekemediğim için üzüntümü bildirebildim sadece.)

Tahtalı RTS 2017de beni şaşırtan 2 şey oldu.

Birincisi, 42km “yol”u benden yarım saat önce bitiren birini 50 dakika geride bıraktım. 1 sene önce Aladaglar ST için “bitiremem ben burayı” diye düşünmeme sebep olan “yolda benden çok daha iyi olanlar bitiremiyor, ben nasıl bitireyim” görüşü çökmüştü. Anlıyordum artık, eğimsiz yolda koşmak ile inişli çıkışlı patikada, hatta Tahtalı RTS gibi sadece çıkışlı patikada koşmak bambaşka konulardı ve bedende çalışan kaslar da bambaşka kaslardı.

İkincisi, Tahtalı RTS 2017de Murat Çağlayan ile tanıştım. Tahtalı RTSın nadir olan düz ve inişli kesimlerinde beni geçiyor, yokuşlarda ise ben onu geçiyordum. Murat, Aladaglar ST 2016da 11saat 39dakika süre ile Finisher’dı. Tahtalı RTS 2017de Murat’tan 38dakika erken bitirdim. Evet evet.. Bir Aladağlar ST Finisher’ını geçmiştim 😊 O bitiriyorsa ben de bitiririm dedim. Ama kazın ayağı öyle değil, değil mi? Tahtalı RTS parkurunda geçmem Aladaglar ST parkurunda da geçeceğimi göstermez. Neticede farklı eğim grafiğinde ve farklı irtifada parkurlar. Yol'da beni geçen Tahtalı'da geçemiyorsa, ben de Tahtalı'da geçtiğim kişiyi Aladağlar'da geçemeyebilirdim. Ama yine de Aladağlar ST Finisher’ını geçmek çok iyi hissetmeme neden oldu. Sonra ne mi oldu? Aladağlar ST 2017de, Murat bana 48 dakika fark attı 😣 Ama gelecek sene kapışırız 😊

Bu arada.. Tahtalı RTS 2018 için hedefim, 5 saat 10 dakikanın altına inip ilk %25’te yer almak.

...ALADAĞLARA GERİ SAYIM ve BELİRSİZLİKLER...

Tahtalı RTS’dan sonra, önümde sadece Aladaglar ST kaldı. 83 günüm kalmıştı. Tüm konsantrasyonum Aladaglar ST üzerineydi. İş yerindeki PC’min masaüstü arkaplanı dahi, parkurun eğim grafiği ve kontrol noktalarının konumlarını gösteren resimdi.

Önümde 3 sorun vardı.

1- 47km bir şey değildi de, şu 3500+ metre irtifa kazancı düşündürüyordu.
2- Geneli 3000metre üzeri platoda koşarken aldığım nefes yetecek miydi?
3- Parkurda beni (korkudan) kilitleyebilecek teknik geçiş var mıydı?

1. sorun için haftada 2 gün merdiven çalışması yapmaya karar verdim. İşyerimin bulunduğu binada, bodrumdan çatıya 5 kat merdiven koşma imkanım vardı, Pazartesi ve Cuma günleri, mesailer bitip te bina boşalınca, burayı değerlendirdim. Mayıs sonlarında 10x5kat ile başladığımda, Murat Kaya bu işin nereye kadar gideceğini sormuştu. Adaş, şimdilik 30x5 (dikey 503 metre) kata kadar çıtayı yükseltebildim 😊
(Merdivenin faydasını gördüm sanırım fakat her tur sonunda aşağı iniş olduğu için bu koşu tam verimli olmuyor. 2018 hazırlıkları içinde haftada bir gün merdiven, bir gün %12 eğimli koşu bandı uygulamayı düşünüyorum)

2. sorun için 2-3ay içinde yapabileceğim çok bir şey yoktu. Ama Uludağ Sky Run’da koşarsam, bu konu hakkında bir fikrim olabilirdi. En azından düşük irtifa da olsa, bedenimin vereceği tepkiyi görmüş olurdum. Maalesef Uludağ Sky Run sponsor desteği bulamadığı için iptal oldu. Gürkan ile Temmuz ayında Uludağa gidip sırtta 5-6 saat koşmak için plan yaptık ama onu da Gürkan musait olmayınca iptal ettik. Bu konuyu Aladağlar'da koşunca anlayabilecektim.

3. sorun benim için önemliydi. Yüksekte boşluk hissi oluşuyor ve kilitlenmekten çekiniyordum. Anadolu dağcılık Haziran ayında Emler Zirve faaliyeti planlamıştı. Bu faaliyete katılmayı düşündüm. Aladağlara hiç gitmediğim görmediğim için biraz tanıma fırsatım olurdu. Ama biraz düşününce vazgeçtim. Emler yolunda özellikle Karayalak vadisindeki kapıda, zor bir geçiş varsa ve bunu görürsem bana faydası olmayacak aksine Koşu Günü'ne kadar korkular büyütecektim kafamda. Gerek yoktu, günü gelince yüzleşirdim. Hem zaten Parkur sadece Emlere kadar da değildi. Sonrası vardı. İki zirve daha vardı. Bu faaliyete katılsam MTA ve Davlumbaz'ı göremeyecektim. Tam fayda sağlamayacaktı.

Bu 3 sorun ile, gün saya saya Aladaglar ST’e hazırlanırken son 1 ay kala sol bacağımda var olan bir ağrı hazırlıklarımı tam olarak sabote etti. Haftada 2 antrenmana düşerek devam edebildim.

Temmuz ortasından sonrası verimsizdi, neyseki Haziran ayını verimli geçirmiştim.
322km yatay, 5070mt dikey yol koşusu yapmış,
15092 basamak (2566metre dikey) merdiven koşmuş,
71km yürüyüş yapmış ve salonda 12saat geçirmiştim.

Bununla idare edip sakatlığı taper dönemine sayarım deyip avuttum kendimi.

Tüm bu hazırlıkların yanısıra ağırlığımı 83kilodan 73kiloya çekip, koşu gününe kadar 75kiloya çıkmasına izin vermiştim. Gereksiz oksijen harcayacak lüksüm olmayabilirdi.

... ŞAPŞALLIK...

11 Ağustos Cuma için patronumdan izin almıştım. 10 Ağustos Perşembe günü uçak ile Kayseri’ye gidip oradan servis ile (tek yön 50TL) Demirkazık Mümtaz Çankaya Dağevi’nde (Gecelik 130TL) 3gece konaklayacaktım. Böylelikle de koşudan 1gün öncesinde yatıp dinlenme fırsatım olacaktı. Saat 15:00te işten çıkıp havaalanına gittim. Uçak kalkış saati diye hatırladığım 18:45 uçağın varış saatiymiş. Neredeyse uçağı kaçıracaktım. Tam bir şapşallık 😊 Aslında dikkatli biriyimdir ama oldu bir kere.

(Nevşehir havaalanı bakım nedeniyle çalışmıyor. Ekim ayında Kapadokya Ultra Trail döneminde de kapalı olacak)

Kayseri Hava alanında organizasyonun servisi karşıladı ve Demirkazık Köyü’ne kadar tek yolcu olarak gittim. Servis konusunda Argeus muhteşem, Kapadokya Ultra Trail’de de çok iyiydiler (Kapodakya UT servisleri ücretsiz). Gece karanlıkta köye ulaştım. İlk kez geldiğim Aladağlar’ın dibindeydim ama karanlıktan dolayı göremiyordum 😣 Sabahı beklemekten başka çare yoktu.

...ALADAĞLAR...

Sabah uyanır uyanmaz dağevinin koridorunda arka kısma, dağlara bakan pencereye koştum. Tam tepemizdeydiler. Tanışmıştık 😊

Kahvaltı yaptıktan sonra saat 10 olunca kayıt işlemleri için dagevinin zemin katına indim. Kayıt sırasında, görevlilerin zorunlu malzeme listesine tam riayet edip, bardağımın eksik olmasından dolayı göğüs numaramı vermemeleri sevindirici idi. İşlerini düzgün yapıyorlardı. Neticede zorunlu malzeme listesi katılımcının konforu ve daha da önemlisi sağlığı içindi. Bardağım odadaydı, gidip getirdim ve göğüs numaramı aldım. 87 Murat Akan 😊

Akşam olana kadar odamda dinlendim. Bir ara çıkıp köyün tek dükkanından çekirdek + kola aldım. Köyden biraz uzaklaşarak dağın görünen zirvelerini fotografladım.

...ORGANİZASYON...

Etkinlik alanının çevresini kısaca anlatacak olursam; Dağevinin bahçesinde ve çevresinde çadırlar kurulmuştu. İsteyen konaklama olarak çadırı seçebilir. Duş alma yerleri ve WC mevcut. Duş alma yerleri ücretli mi bilemiyorum.

Demirkazık Köyü’nde konaklama seçenekleri
1- Dağevinde ücretli oda (130 TL kişi/gün, bence çok fazla, uyandırma servisi yok, banyo var, çeşmeden akan su içilebilir, dağdan gelen su)
2- 4 ya da 8 kişilik ücretli Kıl Çadırlarda (80 TL kişi/gün bence yine çok fazla)
3- Dağevinin bahçesinde çadır kurarak (buradaki çadırlar organizasyon ekibinin olabilir, koşucular faydalanamayabilir bu bölgeden, bilemiyorum)
4- çevrede boş bulunan yerlere çadır atılabilir (bence en uygun, ekonomik çözüm bu, Seneye bu şekilde konaklayacağım, Falcon’um sarayım benim 💙)

Makarna Partisi
Aladaglar ST ile Kapadokya UT’i düzenleyen kurum aynı: Argeus. Buna rağmen menü Kapadokya UT’deki kadar zengin değildi. Bu sene Aladağlar ST isim sponsoru olmadan düzenlendi. Bu yüzden fark olabilir. Ama yine de Kapadokya UT haricindeki diğer organizasyonlarla kıyasladığımda, çok iyiydi demeliyim.

Brifing
Dağevinin salonunda verildi. 100’e yakın katılımcının sığabilmesi için yer biraz küçük kalıyor. Ses sistemi kullanılmadı. Soner Büyükatalay brifingi verdi. Brifing sırasında, hemen yanımda duran, adları; “Sepideh Hosseinkhani Marandi”, “Mehr Sadafi”, “Davood Shirkhani” olan 3 saygısız yüksek sesle sohbet ettikleri için bazı önemli noktaların anlatımını kaçırdım. Gürültü görevlilerden birinin dikkatini çekince şöyle bir hışımla dönüp uyaracaktı ki, gürültüyü yapanlardan birinin, geçtiğimiz 2 senenin birincisi olan Davood Shirkhani olduğunu görünce, etkisiz bir şekilde uyardı. Tabi ki saygısızlar gürültüye devam ettiler. Organizasyon bu konuda sınıfta kaldı. Brifingte verilen bilgilerin amacı, daha çok, koşucuların yollarını kaybetmelerini engellemek + parkur üzerindeki tehlikeli noktaları anlatarak can güvenliğini sağlamaktır.
Bana göre, organizasyon gelecek senelerde, hava da müsait olursa, birifingi bahçede ses sistemi kullanarak vermeli ve ASLA gürültüye müsaade etmemeli. Gürültüyü yapan her kim olursa olsun.

...KEMAL KUKUL...

Brifing sonrası Kemal Kukul’la tanıştım. Bir ultra maratoncunun taşıması gereken mütevazi kişilikte gördüm kendisini 😊. Beraber selfie çektikten sonra, “Kemal abi geç artık şu davudu dedim” Bunu 2 nedenle söyledim. Bizim dağlarımızda bizden biri, birinci olmalıydı. Bir de, davud geçilirse, birinci olamazsa, organizasyon, onun ve 2 arkadaşının diğer katılımcılara yaptığı saygısızlığa müsaade etmezdi belki !

...HADİ KOŞALIM ARTIK...

Sabah 04:30’da start verilecekti. Akşamdan telefonumun ve saatimin alarmlarını 03:00’e kurarak yattım. Sabah 04:00te, dağevinin hemen önünde start alanına girdim. Girerken tekrardan “zorunlu malzeme kontrolu” yapıldı.

Aylardır geri sayım yaptığım koşuya artık dakikalar kalmıştı. Hava güzel, serindi. Kendimi iyi hissediyordum. Sol bacağımdaki ağrı henüz uyanmamıştı. Çelikbuyduran’a vaktinde (3buçuk saat) varabilirsem gerisini getiririm diye düşünürken koşu başladı. Starttan 70metre sonra, dağevinin köşesini dönünce, 2100metrelik tırmanış ta başladı. İrtifa olarak, yaklaşık 1600metreden 3700metreye çıkacaktık. Ondan sonrası inişler, çıkışlar halinde devam edecekti.

Ilk olarak Sokullupınar’ı merak ediyordum. Sonrasında Karayalak Vadisi ve onun içindeki kapı. Karanlıkta, kafa fenerlerinin ışığında yol aldık. Sokullupınar’ı 48dakikada geçtim. Düzenlenmiş, derli toplu ve çeşmesi olan bir kamp yeriydi. Tırmanış, Sokullupınar’dan sonra, Karayalak vadisinde eğimini artırarak devam ediyordu. Yüksekler aydınlanmış ama vadinin derin tabanı hala karanlıktı. Bir ara arkamdaki fener ışıklarını saydım. 20kadar kişi vardı. Sıralamada 70kusüruncu yerlerdeydim. Geçen sene ki verileri düşününce, süresinde bitirmem mümkün değildi. Tam bunları düşünürken ilerideki durağan kalabalığı görünce Çelikbuyduran CP’ye geldiğimi anladım. CP’ye yaklaşırken başımın döndüğünü hissettim. İrtifa etkisini göstermişti. 1dakika kadar bekleyince geçti ve bir daha da sorun yaşamadım. Çelikbuyduran’a 2saat 54dakikada gelmiştim. 36dakika erken 👏👏 70. sıralarda olmama rağmen, 36dakika erken girmemin 2 anlamı olabilirdi. Birincisi bu seneki katılımcı profili iyiydi. Ikincisi ise parkurun ilerleyen bölümlerinde bu 36dakikayı yiyip bitirecektim.

Çelikbuyduran’a kadar taşıdığım 1600ml suyun ancak 1/4ünü içmiştim. 1200ml suyu boşuna taşımıştım. Esasen koşu başlamadan su ihtiyacını planlayıp, sabahın serinliğinde su ihtiyacının fazla olmayacağını varsayıp yarım litre suyla başlamak daha iyi olurdu sanırım. Suyumu ikmal ettim ve İhtiyaç (tuvalet) molası vermemek için Kola içtim. Kola’nın böyle güzel bir etkisi var. Bağırsak faaliyetlerini askıya alıyor.

Çelikbuyduran CP gönüllüleri biraz gönülsüz gibiydiler. Kaçıncı olduğumu sorunca 63. sırada yer aldığımı söyledi biri. Arkamda 29 kişi varmış. Demek ki ben fener ışıklarını sayarken bazı fenerler kapalıymış. Neyse 70kusürüncü olmaktansa 63üncü olmak daha iyidir. Herkese kolay gelsin diyerek 3dakika oyalandığım CP’den ayrıldım. Emler beni bekliyordu. Ilerlerken parkur üzerindeki belirgin noktaları gözüme kestiriyordum. Bu noktalar için süre tayin edip (genelde 5dakikalık süreler) o sürelerde varmak için çabalıyordum. Böylelikle CP aralarını da küçük parçalara ayırmak ve o noktalara varmak, psikolojik destek sağlıyordu.

... EMLER...

Bana göre, bir zirveden görülebilecek en güzel manzara; 360derece panaroma, ufuk çizgisi. Zirveye varana kadar manzara hep eksiktir. Ama göz hizanız zirveyi geçmeye başladı mı, o son bir iki metrelik kısımda, çevre biranda ayaklarınızın altına serilir. O an nefes kesicidir. Bir de aşağılarda hava parçalı bulutluysa, yukarıdaki hava da açıksa, 100km yarıçaplı alandaki diğer yüksek dağların zirveleri bulutların üstünden görünür ki tadınmaz yenmez. Bütün çekilen zahmetlere değer.

Emler’e 3saat 40dakikada vardım. Çelikbuyduran’dan Emler: 43dakika, benim için iyi süre 😊 Parkurun en yüksek noktasına varmıştım. İrtifa kazancının yaklaşık üçte ikilik bölümü bitmişti. Artık gerisini getirirdim herhalde. Çevreyi 360derece seyrettikten sonra, hemen BDK’nın sağ tarafından Erciyes yönüne baktım. Ama maalesef Erciyes görünmüyordu. Hava aşağılarda açık, güneş baktığım yönün hemen yanından parlıyor ve Erciyes’in görünmesine izin vermiyordu. Sağlık olsundu, olsundu da, 2 sene önce Erciyes sırt hattına çıktığımda da, sırttaki sis nedeni ile bu tarafı görememiştim. Bu dağdan dağı görmek benim için takıntı bir durum. Ama güzel bir takıntı 😊 Bir gün Aladağlar-Erciyes ikilisinde, birinden diğerini görüp bulutların üstünden fotoğraflamak kısmet olur inşallah. Emler’de de 2-3dakika geçirdim. Kısa bir video, birkaç fotoğraf. Sonra yolcu yolunda gerek. Ordos ekibinden dağcı arkadaşlar, zirveden sonra gideceğimiz yönü göstererek yolcu ettiler.

...GELİN EMLER’in SIRTINDA KOŞUN ! ...

Sokullupınar’dan Emler’e gelene kadar koşmak mümkün olmamıştı. Şimdi koşmak mümkündü ve irtifa 3700ler civarıydı. Zirvenin hemen altındaki sırt hattında koştum. Sağ taraftaki dik yamaç ve sol taraftaki uçurumların arasındaki patikada. Müthiş bir duyguydu 💚Nefes problemi yaşamadım, hafif bir eğimle inerken, oksijen koşmak için yeterliydi.

...EMLER’DEN SONRASI...

Aladağlar ST’ye gelirken, Finisher olamasam da Emler zirvesini görürüm diyordum. Emler’i gördüm, şimdi sırada Finisher olmak vardı. 12buçuk saatte Finish noktasına geri dönmek. Emler’den Direktaş’a mutlu bir şekilde elimden geldiğince tempolu inmeye çalıştım. Bu bölge zamandan kazanmak için idealdi.
İnişte ayakkabılarıma taş girdi, CP’ye kadar idare ederim, vakit kaybetmemeliyim diye düşündüm ama nafile, giren taşlar artınca, durup boşaltmak zorunda kaldım. Tüm parkur boyunca, çıkışlarda hiç taş girmedi, hep inişlerde taş girdi ayakkabılarıma. 7 veya 8kere ayakkabılarımdan taş boşalttım. Bunun için toplamda yaklaşık 10dakika vakit kaybettim. Seneye gelirken tozluk almayı düşünüyorum.

Direktaş'a inerken önümde ve arkamdaki kişilerle mesafelerimiz artmıştı. Zaman ilerlerken, koşulabilir inişlerden dolayı tempo artmış ve parkurda yalnız kalmıştım. Direktaş’a depar atarak 4buçuk saatte girdim. Verilen süreden 1 saat erken. Suyumu ikmal edip hemen çıktım CP’den. Önümde MTA vardı. Günün ikinci zirvesi. Direktaş CP’den çıktıktan sonra biraz yükselip sonra alçalıp en sonunda da MTA zirveye kadar toplam 600metre irtifa kazanmam gerekiyordu. Bir iki buzul gölü geçtikten sonra MTA’nın eteğine geldim. Buraya gelene kadar önümde arkamda kimseyi görememiştim. Koca Aladağlar’da tek başına koşuyor yürüyordum. Çevremdeki tüm dağlar bana aitmiş gibi hissediyordum 😊 Bu duyguyu 2 sene önceye kadar yaptığım solo trekkinglerimde de yaşıyordum. Kimbilir belki tekrar solo trekkinglere başlarım.

MTA’ya tırmanmaya başlayınca yorgunluk kendini göstermeye başladı. Emler’e çıkarken kullandığım taktiğe başvurdum tekrar: kısa mesafede belirgin bir nokta seç, 4-5dakikalık varış süresi belirle ve o sürede seçtiğin noktaya varmak için çabala. Işe yarıyordu. Yalnız bir sorun vardı. Zirve bir türlü gelmiyor, görünmüyordu. MTA’nın yamaçları dışbükeydi, bu da zirvenin aşağıdan görünmesine engel oluyordu. Tam zirveye vardım derken rota sürekli sola kayıyordu.

Herşeyin olduğu gibi bunun da sonu geldi. Starttan 6saat 13dakika sonra, MTA zirveye vardım. Hiç oyalanmadan inişe başladım. Dağın arka tarafına iniyordum. Asansör gibi bir yer. 5 – 10metrelik zigzaklarla iniliyordu. Görevli ekip burada kalabalıktı. Çok dik bir inişti. Hızlıca inmeye çalışırken, birden sol taraftaki dönüşlerden birinde uçurumun kenarında olduğumu gördüm. Hani bazı noktalarda uçurumların 1–2metre yanındaki patikalardan geçiyoruz da bu öyle değil. Patika uçurum kenarına teğet geçiyor. (Dinçer Köse’nin çektiği bir video var, Face sayfamda da paylaştım. O videoda ne demek istediğim anlaşılıyor) Brifing te mutlaka bildirilmesi gereken bir nokta. Akşam ki birfingte bahsedildi mi bilemiyorum. Bahsedildiyse bile ben yanımdaki İranlı grubun gürültüsünden dolayı duyamadım. Bu konuyu tekrar etmek gerekirse, organizasyon bu konuda çuvalladı. Favori koşucu olan bir kişinin diğer koşuculara saygısızlığına göz yumdu. Diğer insanlara saygısı olmayan insanların canı cehenneme diyorum. Katılımcıların, koşuyu sadece zamanında değil, sağlıkla da bitirmeleri için gerçekleştirilen brifing/teknik toplantı gibi ortamlarda, favori koşucusunun diğer koşuculara saygısızlık etmesine göz yuman organizasyonların da bu konuya gereken önemi vermelerini diliyorum.

MTA'dan indikten sonra Maden Yayla'ya kadar sorunsuz gittim. Maden Yayla ile Karagöl arasındaki Obalar bölgesinde çoban köpekleri bulunduğundan bahsetmişlerdi. ama hayvancıklar (bu “cıklar” ekine aldanmayın, hepsi aslan gibi köpeklerdi) öğle saatinde güneşin altında mayışıp kalmışlardı. Sorunsuzca geçip karagöle doğru devam ettim.

Araç ile ulaşılabilen Karagöl CP için belirlenen süre 9saatti. Burada kesin Cut-off olduğu söylenmişti. 9saatin üzerinde gelenlere devam etme izni verilmeyecekti. Ben 7saat 54dakikada vardım. CP oldukça zengindi. Önceki CP’lerde bir şey yememiştim sadece su ve kola içmiştim ve oldukça acıkmıştım. Burada birşeyler atıştırınca keyfim yerine geldi 😊 Görevliler/gönüllüler oldukça ilgili, güleryüzlü insanlardı. Yer gösterip oturttular. 2-3dakika oturmak iyi geldi. Nasıl hissettiğimi sordular. Dizlerimin arkasında kasılmalar oluyordu arasıra, bunun için CP’den çıkmadan önce soğuk spray uyguladılar. Bir kişi de nabzımı kontrol etti. “Nabzın gayet iyi” dedi. Moralim de iyiydi, 1saat 6dakika öndeydim. Hele bir de iyi haberi duyunca hepten iyi oldum. “Kemal Kukul davudu geçmiş, yarım saat fark atarak birinci olmuştu”

Herşey yolundaydı, artık gidip Finisher olmalıydım. 1saat 6dakika öndeydim ve 11buçuk saatin altında bitirme ihtimalim vardı. Tek zorluk Davlumbaz kalmıştı. Burayı geçtikten sonra finishe kadar sürekli irtifa kaybederek gidiliyordu.

...DAVLUMBAZ...

Karagöl CP’den çıkıp küçük bir tepeyi sola dönerek geçtikten sonra Davlumbaz’ı gördüm  😨 Çöküntü bir bölgeydi. Sağ tarafında yüksek bir kaya bloğu vardı. Kayanın dibinde öndeki koşucular 4 + 7 kişilik tek sıra halinde tırmanmaya çalışıyorlardı. Görebildiğim kadarıyla seri bir şekilde değil, oldukça temkinli bir şekilde adım adım ilerlemeye çalışıyorlardı. Davlumbaza giden yolu bulmaya çalışırken, arkadan Adem yetişti. Adem önde, ben arkada Davlumbaz'a girdik.

Karagöl Kontrol Noktasından çıkalı yaklaşık 55 dakika olmuştu ve biz -Adem Tırpancı ile beraber- ancak 800 metre kadar ilerleyebilmiştik. Davlumbaz’ın doğu yüzündeki, dik, ince çarşaklı çıkışta, kilitlenmek üzereydim. Geçidin sağ tarafındaki kaya bloğunun hemen altında, taş düşmelerine karşı, kafamda koruyucu bir kaskın eksikliğini hissediyordum.

Sol ayağım ve sol elimdeki batonla çarşakta tutunmaya çalışırken, sağ ayağım ile kayanın dibindeki çıkıntılara, sağ elimle ise kaya yüzeyi üzerindeki çıkıntılara tutunarak kendimi yukarı çekmeye çalışıyordum.

Adem 2 metre önümdeydi. Kayıp düşerse beni de düşürmemesi için daha fazla yaklaşmıyordum. Bir yandan da taş düşürürse tehlike yaratmaması için aramızın açılmamasına gayret ediyordum. Ne var ki aramız açılıyor ve ben mesafeyi koruyamıyordum. Aslında Adem’e beni beklemesini söylesem, bir koşudan çok, dağcılık disiplini isteyen, parkurun bu bölümünde beni bekleyeceğinden emindim ama ona zaman kaybettirmek istemiyordum.

Hava bulutlanıyor ve hava durumu raporlarında bahsedilen “saat 14:00’de yağmur yağışı var” tahmini gerçekleşecek gibi görünüyordu. Ama yağmamalı idi. Yağarsa, ıslak taşlar, kayalar üzerinde ilerlemem hepten çıkmaza girebilirdi, Zaten kilitlenmek üzereydim, ilerleyebilsem dahi zamanında finishe varamama ihtimali yüksekti.

Neyseki korktuğum olmadı ve yağmur yağmadı, adım adım yükselerek kaya bloğu dibindeki çıkışı bitirdim. Gevşek çarşak üzerinden sola geçtim. Adem benden bir kaç dakika önce geçip beni bekledi. Beklerken de geçide giden yönü inceliyordu. Adem’in yanına varınca beraber devam ettik. Zor kısım bitmişti ama önümüzde yine oldukça dik yorucu bir çıkış vardı. Geçide varmak üzereyken, Adem kolasının yarısını ve bir fıstık ezmesi ikram etti. Parkurun en zorlu olduğu bu çıkış sırasındaki tükenmişlik hissinden kurtardı. Adem Tırpancı’ya buradan tekrar teşekkür ediyorum 😊

Geçidi geçip sağa dönerek Davlumbaz’ın en yüksek noktasında elindeki çanı çalarak bizi çağıran gönüllüye kadar gidip, sola aşağı inmeye başladık. Davlumbaz’ı ilk gördüğümde, Karagöl CP’den Davlumbaz zirveye kadar 1buçuk saat harcarım diye düşünmüştüm. Yaklaşık 1800metrelik yol. 1saat 46dakikada geçidi geçmiştik. Tahminimden 16dakika fazla. 1km/saat hız veya 60dakika/km pace ile, Bizim ♥ Minta (ailemizin bir ferdi, kırmızı yanaklı su kaplumbağası) hızlı da, kara kaplumbağaları maksimum ne kadar hız yapabiliyorlar acaba 😊

Günün üçüncü zirvesi de starttan 9saat 40dakika sonra tamamlanmıştı. Davlumbaz’ın aşağısındaki çok hafif bir çıkış (15-20metrelik bir irtifa kazancı) haricinde geriye 1700metrelik irtifa kaybı ile yaklaşık 14km yol kalmıştı.
Elimde 2saat 50dakikalık bir süre vardı. Yalnız enerjim kalmamıştı. Bazı yerlerde yokuş aşağı dahi yürüyerek biraz toparlanmaya çalıştım. Tam toparladım derken, Davlumbazın altında olan son küçük yokuşta, sol bacağıma kramp girercesine bir kasılma oldu. Sol ayağımla bir adım daha attığımda aynı kasılma tekrar oldu. Krampın eşiğindeydi. Artık yokuş çıkamıyordum. Sol bacağıma yüklenmeden batonlardan destek alarak yokuşu tamamladım. Inişe geçince yürümeye devam ettim. Ta ki vadiye inene kadar yürüdüm.

Vadideki Ordos görevlisini geçtikten sonra (ki bu ordos görevlileri her taşın altından, her kayanın arkasından çıkıyorlar, göğüs numarasını not alıyorlardı. Hani, parkuru işaretlemeye gerek yok, bu adamları takip edin deseler yeterdi. Özellikle, her 3 zirvede de yeterli sayıda Ordos görevlisi dağcı vardı.) koşmaya başladım. 12saatin altında bitirmek istiyordum. Başta da belirttiğim gibi bu sene eklenen yarım saatlik süreyi kullanmak istemiyordum. Tekepınarı CP’ye girmeyip ilerideki görevlilere göğüs numaramı okutup devam ettim. Vadiden aşağıya koşuyordum. Mataralarda kalan sular ağırlık yapmasın diye 1 yudum içip gerisini döktüm. Bi ara arkama bakınca 700-800metre geriden birinin geldiğini gördüm, biraz daha hızlandım, bir pozisyon geriye düşmek istemiyordum, zaten yeterince geride bitirecektim. Arpalık’a yaklaşırken yol üstündeki sürünün arasından geçtim. Bi tane koyuna çarptım, başka bi koyun da bana çarptı 😊 Suyumu döktüğüme pişman olmuştum, çok susamıştım, sürünün oradaki çeşmeyi de kaçırmıştım. Uzaktan Arpalık CP’yi gördüm. Polat Dede orada gönüllüydü. Selam verip geçerken, birşeyler içmeyecek misin dedi. Nasıl yani? Burası ikmal noktası mıydı. Su vardı, soda vardı, limon vardı, yiyecekler de vardı ama benim elim içeceklere gitti. Soda içtim bir tane, limona saldırdım, tepsiyi masadan düşürdüm 😊 ne yapayım susuzluktan gözüm dönmüştü. Polat Dede’ye ve diğer gönüllü arkadaşlara teşekkür edip ayrıldım. Hepsi 35-40 saniye sürmüştü.

Arpalık CP’yi geçince toprak yoldan çıkıp, sağdaki patikaya girdim. Çok yorulmuştum ama koşmayı bırakamazdım. 12 saatin altına mutlaka inmeliydim. Köy görünmüştü. Görünmüştü de yol bitmek bilmiyordu.

Dağevinin yanındaki yokuştan inerken, bahçedekiler, herkesi olduğu gibi beni de alkışlayıp destek oldular. Köşeyi döndüm ve deparımı attım. Her zaman finishe 70-80metre kala depar atacak kadar güç saklıyorum.

Takın altından geçtim. Bitti. FINISHER oldum. 11saat 54dakika 25saniye. Bir sandalyeye oturtuldum. Kola meyve verdiler, Güleryüzlü bir fotografçı bol bol fotograf çekti.

(Edit: O güleryüzlü fotografçı Aykut Üstündağ'mış. o zaman tanımıyordum, ama artık tanıyorum :) Teşekkürler Aykut abi, sayfasından Start ve Finish fotograflarıma ulaştım. 05/09/2017)

Bu sene isim sponsoru yoktu. Seneye ne olur bilmiyorum ama bu organizasyonun devam etmesini dilerim. Brifing sırasındaki tavra ve bazı kişisel hayal kırıklıklarıma rağmen başarılı bir organizasyon. Çok güzel parkur. Aladağları sevdim... Aladağlar Sky Trail’i de sevdim... Davlumbaz’ı bile sevdim, daha ne diyeyim. Ordos/Argeus bizi burada koşturmaya devam edin.

Son olarak... Organizasyonda emeği geçen herkes sağol olsun var olsun, iyi ki varsınız, iyi ki böyle güzel etkinlikler düzenliyorsunuz.

87 Murat Akan
Aladağlar ST 45K 2017, Finisher
31/08/2017

2017 İznik Orhangazi Ultra Maratonu 90K

2017 Orhangazi Ultra Maratonu 90K

yatayda: 85,5 km
dikeyde: 2526mt

3 sene önce yol koşularıyla başladığım koşma hevesime patika koşularıyla devam ediyorum.

"27K Tahtalı Run To Sky", "60K Kapadokya Medium Trail"i koştuktan sonra, mesafeyi bir tık artırma araştırmasında, İznik Ultra'nın etaplarından "Orhangazi Ultra Maratonu 90K"yı kaydadeğer buldum. Bu seçimimde İstanbul'a yakınlık, parkurun karadeniz bitki örtüsüne sahip oluşu, daha önce görmediğim İznik Gölü manzarası, Uludağ'ı görme ihtimali ve organizasyonun beş altı yıllık deneyimli oturmuş bir organizasyon oluşu etken oldu.

2016da "Kapadokya Medium Trail 60K" koşusundan (çevreden ve organizasyondan) o kadar olumlu duygularla ayrıldım ki gelecek sene mutlaka 110Kya katılmalıyım dedim kendime. 62Kdan direkt 110Kya çıkmak olmaz ara bir mesafede kendimi test etmeliydim. Bu yüzden de yukarıda saydığım nedenlerle "Orhangazi (U)ltra (M)aratonu 90K"ya kaydımı yaptım. "Orhangazi UM 90K", "Kapadokya Trail 60K"nın yatay olarak %38, irtifa kazancında %37 fazlası olan bir koşu. "Kapadokya Trail 60K"yı 10.3 saatte bitirmiştim, "Orhangazi UM 90K"yı 14 saatte bitirmeyi hedefledim.

21 nisan 16:45 İstanbul'dan otobüse binip, 18:30'da İznik'e vardım, İznik küçük bir ilçe. Bir uçtan bir uca yarım saatte yürünür. Benden önce giden arkadaşım Sadun, kit dağıtım noktasının konumunu WhatsApp'tan attığı için kolaylıkla yarış merkezini bulabildim. Yarış kitimi teslim aldıktan sonra otele gidip dinlenmeye çekildim. Sabah servis araçlarıyla Orhangazi ilçesine gittik. Start noktası isabetli bir şekilde spor salonu önü seçilmişti. Kapalı alan olması, lavaboların, soyunma odalarının bulunması iyi oldu.

Saat 09:00da start aldık, Haldun abi (Aydıngün) ve onun arkadaşı Fikret abi (Adaman) ile 57 kişilik grubun arkalarında, daha koşunun başında kendimizi bitirmemek için yaklaşık 7 pace ile Sölöz (K)ontrol (N)oktasına vardık. Ben bu kontrol ve ikmal noktalarındaki gönüllü arkadaşlarımın güleryüzleri ile karşılaşınca bir sonraki KNna kadar gerekli olan enerjiyi kazanıyorum. Sağolsunlar hep bizimle olsunlar :)

Sölöz'den sonra Narlıca KN, daha sonra da Müşküle KNna kadar sorunsuz geldim.

Müşküle KNndan çıkarken, yağmur çiselemeye başladı. İlk önceleri çiseleyen yağmur ferahlatıcı bir etki yaratıyordu. Yağmurluğumu (Son hava durumu raporunu dikkate almadığım için, yanıma 1 TL'lik kullan at poşet yağmurluk almıştım) giymedim, üzerimde şort ve tişört vardı. Şiddetini artıran yağmur ve düşen hava sıcaklığına aldırmadan Süleymaniye'ye vardım. Süleymaniye KNna geldiğimde epey ıslaktım. KNda beni karşılayan Polat Dede, üzerimi değişip yağmurluğumu ve reflektif yeleğimi giymemi söyledi. Yağmurluğu 10km sonra Derbent KNnda giymeyi düşündüğümü söylediğimde, Derbentin 10km değil 16 km sonra olduğunu, dayanamayacağımı, söyleyince ıslak tişörtümü değişip, yağmurluğu ve üzerine de reflektif yeleği giydim. Kafa lambasını da kafama geçirdim. Kafa lambası pillerinin ne kadar süre dayanacağı konusunda emin değildim. Biterse yolda yedek pilleri takarım deyip Süleymaniye'den ayrıldım.

Süleymaniye'den yaklaşık 3 km sonra, antenlerin olduğu tepeye vardığımda, sis nedeniyle görüş mesafesi 20 metrelere düşmüş, hava da kararmaya başlamıştı. Güneşin batışı ile yağmur daha da hızlandı, zemin hepten çamura dönüyordu ve ayakkabılarımın altı kalıp kalıp çamur topluyordu. Tam orada, tepeden inişe geçmeden hemen önce, sisin içinden Tobias'a benzeyen bir köpek çıktı. Sessizce geldi önümde durdu. Yanıma gel dedim gelmedi, seveyim dedim izin vermedi, benimle gel dedim, belki takip eder diye koşar gibi yaptım hiç oralı olmadı. Acaba yiyecek birşeyler mi umuyor diye elimi çantama uzattığımda kuyruğunu sallayıp sevimli hareketler yapmaya başladı. Yiyecek istiyordu, anlamıştım sonunda. Ama maalesef ne kendim için ne de ona verecek bir yiyecek yoktu yanımda. Bundan sonraki koşularda olacak, 2 poğaçanın ağırlığından birşey olmaz :)

Koşu hakkındaki stratejim;
Sölöz'e kadar olan düzayak 19kmyi 7 pace ile, Sölöz Süleymaniye arasındaki genel olarak yokuşlu bölgeleri baton destekli hızlı tempo yürüyüş, Süleymaniyeden bitişe kadar genel olarak inişli olan bölgeleri Allah ne verdiyse... idi.

Öyle olmadı.

Bilmediğim, tecrübem olmayan konular varmış.

Karanlıkta önünü, ayağını bastığın yeri görmeliymişsin, Kafa lambasının pili, kapalı havada, yağmur ormanlarından farkı olmayan yerlerde, gece herşeymiş. Biten pillerin değişimi için ellerinin senin olması lazımmış, soğuktan tutmayan eller bunun için işe yaramıyormuş. Kafa lambasının üstünde önü siperlikli bir şapka olmalıymış, zaten bitmek üzere olan pillerin verdiği ışığı, lambanın camı üzerindeki su, hepten işlevsiz kılıyormuş. Koşarken yağmurluk giyme fikrine sıcak bakmıyordum. Hala da bakmıyorum. Ama koşarken. Çamur nedeniyle, karanlık nedeniyle, orman içi patikalarda dalların engellemesiyle, çok dik iniş ve çıkışlarda koşamadığınızda keşke bu kadar ıslanmasaydım da böylesine üşümeseydim diyormuşuz :) Islanmamım ölçüsü olarak, çantamda bulunan cep telefonunun sudan bozulduğunu söylemem yeterli olur. Kafa lambası için gerekli olan önü siperlikli şapkadan hariç olarak, Kafaya düşen damlaların enseden sırta sızmasına da çözüm bulmak gerekiyormuş. Yağmurluğun başlığı veya şapkanın enseliği olmalıymış.

1 saatliğine yağdırma da kuruyayım dedim göğe bakarak ama durmadı, 8buçuk saat aralıksız... bir dur ya, yok durmadı.

Bu eksiklerimin yanında doğru olan birşeyim vardı. Baton. Eğimli yerlerde iniş çıkış farketmez, yağmur çamur varsa baton olmalıymış.

Koşunun son 30 kmsi için düşündüğüm hızı bahsettiğim nedenlerle yapamıyordum. Parkuru verilen süre içinde bitirememe ihtimali aklıma geldikçe üzülüyordum. Tam bu anlardan birinde arkadan 2 kişi (140K'cı Tanzer bey ile Gürsel beyin ışıklarını gördüm ve onları beklemeye karar verdim, hiç gidemeyeceğime onlarla beraber giderim, pilleri de Derbent KNndaki gönüllü arkadaşlara degiştirtip yola devam ederim düşüncesiyle moral buldum ve yavaş yürüyerek bana yetişmelerini bekledim. Geldiler ve ışığa kavuştum ama yağmur, üşüme ve çamur devam ediyordu. Kaygan, dik eğimli, dalların ve çalı çırpının geçişi zorlastirdigi orman içi patikalarda koşmak artık mümkün değildi. Tek isteğim Derbent KNna varıp biraz ısınıp yoluma devam etmek. Ama Derbent bir türlü gelmiyordu. Hava sıcaklığı 0 derecelere yaklaşmıştı artık. Ellerim ve yüzüm soğuktan uyuşmuştu, bir de o soğukta uykum gelmeye başlayınca, neler oluyor diye düşünmeye başladım, hani yatsam bi ağacın altına bir güzel uyurdum ama uyanırmıydım bir daha... bilemem. Titreye titreye sonunda saat 22:30 gibi Derbent KNna vardık, görevli kişi devam edecekmisin diye sorduğunda "kesinlikle devam edeceğim" dedim, sıcak çorba ikramından sonra köy kahvesinin sobasının başında 3-4 dakika kadar ısındıktan sonra ikinci çorba için ikram masasına gittiğimde, 2 koşucunun yola çıkmak üzere olduklarını görüp, pilleri değiştirmeyi unutup, aceleyle onlara katıldım. Yanlarına varıp "buraya kadar 2 kişiyle birlikte geldim, burdan da sizinle devam ederim" dedigimde o 2 kişinin zaten kendileri olduğunu söylediler :)

Neyse ki kabus bitecek gibi görünüyordu, artik son kısımdaydık, yağmur devam ediyordu ama orman içi patikalar yerine orman yollarında, koşmaya daha elverişli eğimlerde, sürekli iniş halinde son 5 kmlik asfalta çıkacağımız umuduyla hızlıca yürüyor ya da koşuyorduk. Dar bir vadiden aşağı doğru iniyorduk, asfaltın başlayacağı noktayı merak ederken, ilerde ilk sokak lambasına rastladık ve asfalt birden bire önümüzde uzanmaya başladı. Artık koşmak için engel kalmamıştı, organizasyondan bir araç gelerek bizi karşıladı, süremizin 35 dakika, mesafemizin 5 km kaldığını, gayret etmemiz halinde bitirebileceğimizi söylediler ve biri araçtan inip bizimle beraber koştu. Çamur, karanlık , dik iniş ve çıkışlar, yolu kapatan dallar, çalı çırpı yoktu. Yağmur yine vardı ama soğuğu hissetmiyordum artık koşuyordum ve ısınmıştım. Son 500 metreyi yaklaşık 5 pace ile gittim ve bize verilen 16 saatlik sürenin bitimine 1buçuk dakika kala finişi geçtim.

İstediğim sürede bitirememiştim, bu da biraz burukluk veriyordu belki, ama bırakmamıştım ve bana tanınan sürenin içinde bitirmiştim. Ve gecenin en büyük ödülü, drop-bagimin içindeki kuru eşofman altı ile polar kazak beni bekliyordu :)

Murat Akan
23/04/2017